Bu epik hikayede kahramanımız zamanda yolculuk ederek kaybolmuş bir taç peşinde antik düşmanlarla ve tuzaklarla dolu bir maceraya atılıyor. Grafikleri, oynanış mekaniği ve hikaye anlatımı ile önceki oyunların mirasını başarıyla taşıyan bu oyun, serinin hayranlarını kesinlikle hayal kırıklığına uğratmayacak. Hadi gelin şimdi oyuna bir göz atalım.
2003 yılında, 3D aksiyon-macera oyunlarını yeniden tanımlayan ve çevresel bulmacalar ile hızlı, akrobatik dövüşleri zenginleştiren dönemin en uyumlu oyunu ile, “Prince of Persia: The Sands of Time” ile tanışmıştım. O dönem bir dizi devam oyunuyla serinin benzer unsurlarını taşıyan yapımlar gördük, ancak hiçbiri “The Sands of Time”ın ulaştığı başarıyı tekrarlamayı başaramadı. 2010’lar seri için kurak bir dönem oldu. Ancak, “Prince of Persia: The Lost Crown” duyuruldu. Oyun adeta bir vaha gibi, klasik Prince of Persia oyunlarındaki sevdiğimiz her şeyi bünyesinde barındırarak, yani serinin kökenlerine selam çakarak, bu etmenleri 2D Metroidvania çerçevesi içine yerleştirerek mükemmel bir oynanış sunuyor.
“The Lost Crown”, Prince of Persia‘nın mükemmel olmasını sağlayan iki temel unsur mevcut. Bu şüphesiz platformun etkileyici olması ve dövüş öğelerini platform ile başarıyla bir araya getiriyor olması. 3D oyunlar bazen, özellikle dar alanlarda veya mesafeleri tahmin etmenin zor olduğu durumlarda, kameralarla mücadele edebiliyor ve bu sorunu genellikle zorlu noktalarda kamerayı sabitleyerek çözüyor. Dövüş de benzer bir probleme sahip: parkur benzeri dövüş hareketleri her zaman havalı olsa da, özellikle birden fazla rakibe karşı iyi bir şekilde gerçekleştirmek zor olabiliyor. Tüm oyunu 2D bir bakış açısına taşıyarak, “The Lost Crown” her zaman harika hissettiren kesin, hızlı kontrollere ve tam olarak ne yapmanız gerektiğini her zaman görebileceğiniz bir yapıya kavuşuyor.
“The Sands of Time” ve 2008’in “Prince of Persia” yeniden başlatılması gibi, “The Lost Crown” da serinin kavramını yeniden hayal ederek kendi yönünde ilerliyor ama bazı tanıdık unsurları koruyor. Cezbedici temeller aynı: Hızlı, akrobatik bir kahraman olarak, ölümcül tuzaklarla dolu ve güç ve kurnazlıkla üstesinden gelmeniz gereken çeşitli askerler ve canavarlarla dolu, kısmen harap olmuş büyük bir yer keşfediyorsunuz ve zamanla ilgili entrikalar söz konusu. Ancak, “The Lost Crown” Pers mitolojisine dayanan yeni bir hikaye anlatarak, karmaşık detayları ve teslimatıyla bazen tökezlese de, labirent gibi haritayı keşfederken genellikle oldukça ilginç olan harika karakterlerle dolu bir maceraya dalıyor.
Hikayenin merkezinde, Pers prensi Ghassan’ı kurtarmak için efsanevi Mount Qaf’a gönderilen, neredeyse süper kahramanvari yedi savaşçıdan oluşan Immortals grubu bulunuyor. Oyunu en genç ve en atılgan üye olan Sargon olarak oynuyorsunuz. Karakterimiz Immortals arasındaki yerini kanıtlama mücadelesi ve kaçırılmasından sorumlu olan mentorunun peşinden gitme çabası içinde ilgi çekici bir karakter olmayı sürdürüyor. Sargon, hızlı ve güçlü bir savaşçıdır ve bu bir Metroidvania olduğundan zamanla yeni yeteneklerin kilidini açmak formülün temel bir unsuru olsa da, başından itibaren yetenekli bir dövüşçüdür. Aslında, “The Lost Crown”un dövüşte size hemen pek çok araç sunma üzerine odaklanması, işin neden bu kadar iyi çalıştığının büyük bir parçası. Düşmanlarla dövüşmek, geniş haritayı keşfetmek ve yeni yeteneklerin kilidini açmak, oyun boyunca sürekli olarak tatmin edici bir ilerleme hissi veriyor.
“The Lost Crown”, 2D’nin getirdiği basitlikle platform ve dövüş unsurlarını mükemmel bir şekilde birleştirirken, aynı zamanda zengin bir hikaye ve karakter kadrosu sunuyor. Oyunun hikayesi ve teslimatı bazen tökezlese de, genel olarak ilgi çekici ve etkileyici bir macera sunuyor. Oyun, Prince of Persia serisinin hayranları için kesinlikle denemeye değer bir deneyim sunuyor ve serinin klasik unsurlarını modern bir çerçevede başarıyla yeniden yorumluyor.
“The Lost Crown” oyununun büyüleyici dünyasına dalış yapmak, adeta bir görsel şölene katılmak gibi. Sargon ve diğer Ölümsüzler, savaş alanlarında imkansız hızlarda hareket ederken, parlak renkler arka planı süslüyor. Blok yapma seçeneğiniz olmasa da, bazı hareketleri savuşturabilir ve belirli, güçlü saldırıları savuşturmak, düşmanları bir anda etkisiz hale getiren hızlı infaz kesit sahnelerini tetikleyerek, rakibinizi anlamanız ve hızlı tepki vermeniz için sizi ödüllendiriyor. Ancak bir savuşturmayı kaçırırsanız, savunmasız kalırsınız; “The Lost Crown” hatalarınızı, aldığınız darbeyi büyük bir kırmızı sıçrama ile göstererek size ne kadar kötü hata yaptığınızı gösterecektir.
Sargon’un özel Athra Surge yeteneklerinin parıltılı sekansları da, hikaye boyunca kilidini açacağınız ve düşmanlara zarar vererek şarj etmeniz gereken yeteneklerdir. Ancak bu zorlukların üstesinden geldiğinizde, birkaç düşmanı birden havaya fırlatabilir, iyileştirici bir alan yaratabilir veya çok güçlü bir ok atabilirsiniz. Hepsi, serbest bıraktığınız gücü vurgulayan kendi havalı kesit animasyonlarına sahiptir.
Ancak, oyunun asıl heyecanı patron dövüşlerinde kendini gösteriyor. Normal savaşlarda geçerli olan tüm kurallar burada da geçerli, savuşturulabilen saldırılar ve büyük, sinematik bir darbe indirmenizi sağlayacak karşı saldırıları tetikleyen bazı hareketler var. Ancak patronlar, savuşturulamayan hareketler gibi, kaçınmanız gereken kendi Athra yeteneklerine sahip, sizinkilere benzer araçlara sahiptir.
Platforming de, savaş kadar mükemmeldir. Bir patron, beni tekrar tekrar, vurduğumda tetiklenen bir karşı saldırı yeteneği kullanarak mağlup etti — sadece saldırımı bana karşı çevirmekle kalmadı, aynı zamanda Sargon’un göğsüne enerji dolu kamehameha benzeri bir patlama gömülürken öldürücü bir kesit sahnesiyle aşağılandım. Bu anlar, sonuç olarak tanrıların çarpıştığı gibi geliyor ve “The Lost Crown“un patronlarının sizinkilere benzer yeteneklere sahip olması, onları gerçek beceri müsabakaları gibi hissettiriyor.
Platformingin diğer yarısı da, savaş kadar tutarlı bir mükemmellik sergiliyor. Hatta yetenekleriniz o kadar faydalı oluyor ki, belirli bir hamleyi kilidini açmak yerine, zekanızı kullanarak engellerin etrafından dolanabiliyorsunuz. Birkaç kez, bir çıkıntının altından süzülüp bunu bir çift zıplamaya bağlamak veya duvar zıplamalarını dikkatlice zamanlamak, başlangıçta ulaşamayacağımı düşündüğüm yerlere ulaşmamı sağladı. Hiçbir zaman, belirli bir yere ait olmadan oraya varacak kadar iyi performans sergileyemeseniz de (hızlı oynayanlar kesinlikle bunu yapmanın bir yolunu bulacaktır), platformingde yetenekli olduğunuzda, bir dağ duvarını tırmanırken veya ölümcül bir uçurumun üzerinden geçerken ekstra ödüllendirici hissedebilirsiniz.
Mount Qaf’ı geçerken kilidini açtığınız, The Lost Crown‘daki en iyi platforming yeteneği, Sargon’un bir atı çağırmasıdır. Bu yetenek, yalnızca düşmanlara karşı değil, aynı zamanda çevreyi keşfederken de kullanışlıdır. Atlı savaş, özellikle bazı düşmanlar atınızı çağırmanızı engelleyebilecekken, savaşın bir parçası olarak kullanıldığında ilgi çekicidir. Ancak, atınızla birlikte keşfetmek, genellikle daha geniş, açık alanlarda gerçekleşir ve bu, oyunun dünyasını tam anlamıyla deneyimlemenizi sağlar.
Mount Qaf, sadece bir geçit değil, aynı zamanda bir sınavdır. Bu, düşmanlarınızı yenebilmeniz, engelleri aşabilmeniz ve The Lost Crown’un zorluklarını aşabilmeniz için gereken tüm becerileri test eder. Bu bölge, savaş ve platforming yeteneklerinizi sonuna kadar zorlayarak, oyunun en tatmin edici bölümlerinden birini oluşturur.
Sonuç olarak, “The Lost Crown”un çarpıcı görselleri, akıcı savaş mekaniği ve zorlu platforming bölümleriyle, sizi adeta başka bir dünyaya taşıyor. Her bir meydan okuma, sizi daha da ileriye taşıyan bir başarı hissi verirken, oyunun zengin hikayesi ve karakterleriyle derin bir bağ kurmanızı sağlıyor. Bu oyun, sadece bir macera değil, aynı zamanda becerilerinizi sınadığınız ve kendi sınırlarınızı zorladığınız bir deneyim sunuyor.
TO Puanı: 9